TORPİL
Mahzum kabilesinin ileri gelen ailesine mensup bir kadın, hırsızlık yapmış ve yakalanmıştı. Yasaya göre suçu sabit olan bu kadının elinin kesilmesi gerekirdi. Peygamberimiz, bu kadının elinin kesilmesine karar verdi.
Toplumun eşraf takımı, böyle bir cezanın, şerefli bir ailenin kızına uygulanmasını kabul edemiyordu. Cezanın kaldırılması için aracılar göndermek istediler. Peygamber'in çok sevdiği genç Usame’yi aracı yaptılar. Usame, durumu anlatıp Allah Elçisi'nden bu cezanın, bu eşraf kadınına uygulanmamasını istedi. Peygamberimizin cevabı gayet sert ve netti: "Ey Üsâme, Allah'ın belirlediği cezalar için mi aracılık ediyorsun?" buyurdu. Sonra insanları toplayarak şöyle buyurdu: "Sizden önceki ümmetler, önemli adamlar suç işledikleri zaman bağışladıkları ve basit insanlar suç işledikleri zaman cezalandırdıkları için helak oldular. Allah'a yemin ederim ki, eğer Muhammed'in kızı Fâtıma hırsızlık yapsaydı, onun da elini keserdim." buyurdu. (Buhari, Müslim, Tirmizi)
Siz Gökhan Bey’e gidin benim selamımı söyleyin sıra beklemeden halletsin işinizi.
Müdür Bey şu bizim hanımın tayin işini nasıl yapalım?
Hamili kart yakınımdır gereği yapıla. Şinasi MAT-Milletvekili.
Sayın Bakanım daha önce uzun süre yönetici olarak görev yapmış Hamdi ERGÜL’ün …..Müdürü olarak değerlendirilmesi hususunda hürmetlerimizi arz ederim.
Torpilin genelde kullanılan iki anlamı var. Birincisi genellikle bayramlarda çocukların eğlence aracı olarak kullandığı yanıcı madde, ikincisi ise bir kimseyi kayırma işi. Bu “kayırma işine” ne zamandır torpil diyoruz onu bilmiyorum. Biz torpil demişiz, batıda da bu durumu “nepotizm” kelimesi karşılıyor sanırım. Yukarıda aktarılan olayda Peygamberimizin: “ sizden önceki ümmetler” ifadesinden torpilin çok eskilere dayandığını söylemek mümkün.
Bir şeyi hak edebilmek için şu dört hak sebebinden en az birine sahip olmamız gerekir.1-Doğuştan getirdiğimiz haklar, 2- Emek karşılığı doğan haklar, 3- Adalet gereği doğan haklar, 4- Anlaşma gereği oluşan haklar. Sahip olduğunuz tüm şeyleri gözden geçirin eğer bu dört yolun dışında başka bir yolla edindiğiniz bir hak varsa bilin ki; siz ya torpile başvurmuşsunuz, ya rüşvet vermişsiniz, ya hırsızlık yapmışsınız, ya da birilerine zulüm etmişsinizdir.
Eskiler der ki “ en kolayı yemek yemek o da çiğnemeden gitmez”. Bir şeye ulaşmak için belli bir sıralama ile emek harcamamız gerekir. Allah dünyayı böyle tasarlamış. Doğar, büyür ve ölürüz. Tarladan bir mahsulü toplayabilmek için öncesinde belli bir sıralama ile yapmamız gereken tohum ekmek, gübre dökmek, tarlayı sulamak, zararlı otları ayıklamak gibi işler vardır. Bunları yapmadan ürün almayı bekleyemeyiz. Doktor olabilmek için önce sırasıyla ilkokul, lise ve üniversite tahsilini yapmanız gerekir. İşte torpil, rüşvet, hırsızlık gibi cürümler bu sıralamayı bozmaya yöneliktir. Eğer torpilin varsa aylarca diş tedavisi için sıra beklemezsin. Eğer evrakın arasına para sıkıştırırsan, tapudaki işin kısa sürede hallolur. Eğer bir bisiklet çalarsan (Al Capone gibi) onu kazanmak için haftalarca çalışmana gerek kalmaz. Sen çalışıp, emek harcayıp, KPSS’den yüksek bir puan almışsındır, iş başvurusu yaparsın ve mülakatta elenirsin. Diğer tarafta daha düşük alan puan alan biri işi kapar. Çünkü Daire Başkanı bir akrabasıdır.Senin gözettiğin “emek” sıralamasını gözetmeden, o sıralamayı atlayarak bir hakka sahip olur.
Tüm bunları andıktan sonra damağımızda beliren tek bir tad var değil mi? “Adalet” Adalet istiyorum. Hak edene hakkı tastamam verilsin. Kimseye haksızlık yapılmasın. Devlet kademesinde görevlendirme yapılırken akrabalık ilişkileri değil liyakat gözetilsin. Hak eden, emek harcayan her kim olursa olsun iş ehline teslim edilsin. Zaten bizi çürüten, geri bırakan, devletin milletin imkânlarının israf edilmesine neden olan bu zedelenmiş adalet anlayışımız değil mi? Osmanlı’nın yıkılış sebepleri arasında bu adam kayırma, rüşvet, önemli makamlara liyakati olmayan kişilerin getirilmesi gösterilir ya hep. Osmanlı başlarda bu adaleti çok iyi tesis etmişti aslında. Ne zaman ki bu adalet anlayışından taviz verildi. Asırlık çınar çatırdamaya başladı.
Sözün burasında İbrahim REFİK’in Sohbet Tadında Tarih isimli kitabında bir alıntı yapmayı uygun görüyorum müsaadeniz olursa;
Hızır Bey yorucu bir günün ardından gitme hazırlığı içindedir. Ancak kapı önünde dolaşan tedirgin gölgenin farkına varır. Birisi eşikte eyleşmekte gidip gidip dönmektedir. Mübarek ansızın kapıyı açar “Buyurun!” der. Adamcağız yakalanmışlığın pişmanlığı ile girer içeri. Kılık kıyafetine bakılırsa Hıristiyan tebaadan biridir. Ancak yüce veli onu güler yüzle karşılar, yer gösterir. Hatta bakar hâlâ mütereddit elceğizi ile cezve sürer mangala. Adamcağız fincanı zor tutar zira eli kolu sarılıdır. Hızır Bey sorar:
-Eline n’oldu?
-Kırdırdılar efendim.
-Kim kırdırdı?
-Sultanımız!
-Öyle bir hakkı var mıymış?
-Bilmiyorum efendim.
-Mevzû ne peki!
-Ben mimarım efendim. Evet, Sultanımıza kubbeleri Ayasofya’dan geniş ve yüksek bir cami yapabileceğimi vaâd ettim ama...
Hızır Bey gerisini dinlemez. Adamlarına “Gidin getirin” der “Şunu!”
Mimarın dudakları uçuklamak üzeredir. “Getirin şunu” dediği üç kıtaya yayılan bir imparatorluğun hünkârıdır. Hâlbuki Avrupa’da derebeyleri bile yargılanamaz. Hele böyle akşamın alacasında apar topar mahkemeye çekmek kimin haddine.
SEN MURAT OĞLU MEHMED!
Çok geçmez Fatih adamlarıyla görünür. Sanki o gül yüzlü Hızır Bey gitmiş yerinde başkası peydahlanmıştır. Çehresi gergindir, devlet erkânını eşikte durdurur. “Siz şurada bekleyeceksiniz!” der, Fatih’e kapıyı gösterir: “Sen gir içeri!” Bu ne heybettir ya Rabbi! Sultan Mehmed’in benzi solar. Dizleri tutmaz olur. Sedire doğru yönelir, tam oturmak üzeredir ki Hızır Bey azarlayan bir ses tonuyla “Oturma! Mademki hasmın ayakta, sen de ayakta durmalısın!”
Ve sil baştan meseleyi dinler. Görünüşe bakılırsa Fatih haklıdır. Padişah “Olacak şey mi yani?” der, “Bu adam sırf taassubuna yenildiği için inşaatımızı baltaladı. Binbir zorluk ve onca masrafla taa Mısır’dan getirttiğimiz sütunları budadı ve Ayasofya’dan daha geniş ve yüksek bir kubbe nasip olmadı bize. Halbuki anlaşmamıza göre...”
Hızır Bey orasını hiç dinlemez. “İnşaat ayrı bir dava konusu” der, “Şimdi söyle bakalım! Sen Murat oğlu Mehmed, bu zımminin elini kırdırdın mı, kırdırmadın mı?
Sultan gözlerini yere diker.
-Efendim inanın ben buna “elin kırılsın!” dedim, adamlarım “eli kırılsın!” anlamışlar.
-Peki bu elin vebali kimedir?
Fatih cevap vermez, başını önüne eğer. Çocuk gibi dudaklarını ısırır. Hızır Bey kitabı kapar, hükmü açıklar.
-Şimdi sana kısas lâzım. Bileğini kırdırsam gerek.
Padişah gayri ihtiyari eline bakar, kararlı bir ifadeyle fısıldar “Buna hazırım!”
Mimar ağlamaklıdır. “Sakın ha!” diye bağırarak Fatih’in önüne geçer. “Ben davamdan vazgeçtim!” Eh Fatih de altında kalmaz tabii, ona ömrü boyu yetecek kadar dünyalık verir. Netice tatlıya bağlanır.
Fatih Hızır Bey’e hassaten teşekkür eder. “Adaletine hayran kaldım!” der. Sonra kaftanının altındaki kılıcı gösterir ve “Eğer” der, “Bana farklı muamele yapaydın, inan seni doğrardım!”
Eee bu kadar estin gürledin, astın kestin, sen hiç torpile bulaşmadın mı?
Cevap veriyorum. Torpilden hiç hoşlanmadım. Birine teklif etmekten ve bana teklif edilmesinden. Hiç torpile başvurmadım mı? Evet, başvurdum ama hiç bir sorunumu torpille halledemedim. Birinde devlet işine girebilmek için bir torpil bulmuştuk arkadaşla.300-400 kişi toplanmışız, sırasıyla mülakata alıyorlar. Sabah saat 8’de gittik, gece 12’de döndük.15-16 saat beklettiler bizi yani. Neyse sıra bize geldi, girdim içeri, masanın etrafına oturmuş 5-6 adam not alıyorlar. Hallerine bakıp etkili, yetkili kişiler olduğunu anlamak çok kolay. Daire Başkanı mı? Genel Müdür mü? Her ne ise işte. Herkese genel kültür, tarih falan soruyorlardı bana onu da sormadılar. “Niçin bu işe girmek istiyorsun?” dediler. “Nişanlıyım, evleneceğim.”dedim. Çıktım, arkadaş omzuma vuruyor, “Hadi gözün aydın memursun artık” diyor. “Hayırlısı” diyorum bıyık altından gülerek. Bir hafta on gün sonra sonuçlar açıklandı. Ben 104.yedeğim, arkadaş yedeklere bile girememiş. Araya daha büyük torpiller girince bakan falan, bizim iş kalmış tabi. Bir de şu an aklıma gelen, göz muayenesine gidecektim. Hastane idari kadrosundan bir akrabamızdan rica ettim. Amacım sıra beklemeden muayene olmaktı. Bir doktor ismi söyledi gittim neyse. O gün o doktor raporluymuş ve diğer göz doktorları da polis okuluna yeni girecek gençleri muayene ediyorlarmış. Torpil deyince aklıma hep başta bahsettiğim birince anlamı gelir. Yani çocukluğumuzda mahalle bakkalından aldığımız torpiller, ucunda fitili falan… Vesselam bizim torpiller hep elimizde patladı…
Bu yazıyı gece saat 04.00’de yazdım. Sol elimin içinde ve dışında yüzlerce sivilce gibi kabarcıklar var. Elim yanıyor, zonkluyor ve ben kaşımamak için kendimi zor tutuyorum. Sabah olmasını bekliyorum, bu kabarcıklar uyutmuyor. İlk otobüsle doktora gideceğim. Numaratörden sıra alıp banka oturacağım ve sıramın gelmesini bekleyeceğim.
Süleyman ARİF
eline sağlık çok güzel olmuş kardeş
YanıtlaSil